İran’da yoksulların öfke dolu isyanı
28 Aralık’ta Horasan’ın kentlerinde hayat pahalılığına karşı başlayan itirazlar kısa süre içinde hayret uyandıracak bir hızla İran’ın birçok iline yayıldı ve bir hafta içinde adeta bir halk isyanına dönüştü. Başta itirazlar sadece hayat pahalılığını, geçim sıkıntılarını ve yolsuzlukları hedef almaktaydı. Ancak bu itirazlar hızla politikleşti ve İslam cumhuriyetinin bütünlüğünü, yani dini istibdadı hedef almaya başladı. Sloganlar hızla kahrolsun pahalılıktan, kahrolsun diktatörlüğe dönüştü.
Bu itirazlar ve eylemler, kitlelerin kendiliğinden harekete geçmesi ile ortaya çıktı. Şimdilik herhangi bir öndere veya koordinasyon merkezine sahip değildir. Henüz ilk aşamalarındadır ve bir ileri seviyeye geçmek için halk komiteleri gibi temel organları bile oluşmamıştır. İlerici muhalif güçlerin İran’daki fiziki zaafından dolayı harekete önderlik edecek bir devrimci yapı da ortada yoktur. Fakat bu kendiliğinden oluşu ve başı boşluğu şimdilik ona büyük yıkıcı bir güç katmaktadır. Bu güç İslam cumhuriyetini derinden sarsmakta. Dini istibdadın yetkilileri adeta bu hareketin karşısında şaşkına dönmüş durumdadır. Normal koşullar altında böyle bir hareketi hemen dış mihraklara bağlayabilecek yetkililer karşılıklı birbirlerini suçlamaya başladı ve bir diğer cenah veya sistemin içinden bazı fitnecileri sorumlu tuttu. Daha sonra yoksulların öfkesinin yıkıcı gücünü fark edince karşılıklı birleşme feryatları attı. Aslında İslam cumhuriyetinin farklı cenah ve fraksiyonları bu isyanın halkın geçim sıkıntılarından dolayı doğduğundan emindir. Fakat giderek büyüyen bu isyanı ne şekilde kontrol edebileceğini şaşırmış vaziyette.
Eylemlerin çıkış noktası ve yaygınlığı
Eylemler ilk olarak Horasan’ın dört kentinde başladı. Bunlardan en büyüğü Meşhed’di. Meşhed İran’ın Tahran’dan sonra en büyük kentidir. Buna rağmen ondan daha küçük olan İsfahan, Kerec ve Tebriz kadar sanayileşmiş değildir. Şiilerin sekizinci imamının türbesine [i] ev sahipliği yaptığı için ekonomisi de ziyaret temelli turizme bağlıdır. Bu yüzden de büyük bir iş gücü göçü almış bir şehirdir ve kentin çevresinde geniş yoksul mahalleri var. Son yıllarda genel ekonomik sıkıntıların yanı sıra İslam cumhuriyetinin körfez ülkeleri ile arasının bozulması bu kentin ekonomisine darbe indirdi. Artan işsizlik, pahalılık ve geçim sıkıntıları patlamak için bir kıvılcımı beklemekteydi. 28 Aralık’ta kaynağı tartışma konusu olan bir eylem [ii] bu kıvılcımı ortaya attı. Meşhed’deki eylem hızla Horasan’ın başka kentlerine yayıldı ve bir anda hayat pahalılığına karşı kitlesel itirazlara dönüştü. Polis eylemlere saldırdı ve eylemcileri biber gazıyla dağıtmaya çalıştı.
Ertesi gün itiraz silsilesi İran’ın kuzey doğusundan farklı bölgelere ve illere yayıldı. 29 Aralık’ta yaklaşık yirmi şehirde geniş protestolar gerçekleşti hatta bazı bölgelerden halkın güvenlik güçleriyle çatıştığı haberler geldi. Özellikle sonraki günlerde de görüldüğü gibi Lorların [iii] yoğunlukla yaşadığı kentler ve kasabalar silahlı çatışmaların merkezi oldu[iv]. Başta eylemlere katılanların sayısı çok büyük olmasa da ortaya çıkan öfke çok büyüktü. Bu eylemlerin merkezi ise İran’da genellikle “çevre” adıyla anılan sanayileşmemiş yoksul kentler oldu. 30 Aralık’ta Tahran, Tebriz ve İsfahan gibi büyük kentlerde bazı eylemler gerçekleşse de hâlâ itirazların asıl motoru küçük ve yoksul kentlerdir. Belki bu eylemlerin hızla yayılmış olması, aniden politikleşmesi ve halkın öfkesinin bu denli güçlü olması şaşırtıcı olabilir ama İran’daki çetin yaşam koşulları göz önüne alınırsa durum kolayca anlaşılır.
Son dönemlerde hayat pahalılığı, yüksek işsizlik oranları ve düşük ücretler mecliste bile gündem olan konulardı. İşçi eylemleri ve iş bırakmalar artmaktaydı. İşçiler ve kamu emekçileri uzun süredir taleplerini meclis ve bakanlıklar önünde eylemlerle dile getirmekteydi. Devlet yetkilileri ise yoksulların olası isyanından dolayı Ruhani hükûmetini uzun süredir uyarmaktaydı. Bu arada İslam cumhuriyeti sözde çözüm arayışı içindeyken bir yandan da kendini yoksulların olası isyanına hazırlamaktaydı[v]. Rejim, bu söz konusu sorunların yaratacağı toplumsal huzursuzlukların kolayca aşılacak sıkıntılar olmadığının bilincindeydi.
Bu arada İran’da geçim sıkıntılarından dolayı yoksulların itirazlarının ortaya çıkışı yeni bir mevzu değildir. 1992 yılında Rafsanjani’nin cumhurbaşkanlığı döneminde onun acımasızca yürüttüğü neoliberal politikaların etkisinde halkın yaşadığı büyük geçim sıkıntıları yine sokaklara taşınmıştı. İlginç olan o dönemde de hayat pahalılığına karşı başlayan eylemlere Meşhed öncülük etmişti. O eylemler devletin baskı aygıtlarının sert saldırısıyla bastırılmıştı ve genişlemesi önlenmişti.
Eylemlerin temelleri
İslam cumhuriyeti bu kitlesel eylemlerin zeminini kendi iç çelişkileriyle hazırladı. Bir yandan ekonomisindeki yapısal sıkıntıları arızi olarak görmeyi ve buhranları erteleyerek geçiştirmeyi elverişli buldu, ki bir kapitalist yapı için bu anlaşılır bir tavırdır. Diğer yandan ise yoksulların uzun süreli sessizliğine ve politik durgunluğuna kanıp sesini daha yüksek çıkaran ve hoşnutsuzluğunu açıkça beyan eden burjuvazi ve orta sınıfı memnun etmeye yöneldi. Yoksulların geçim sıkıntılarını ikincil gördü ve başka etkenlere bağlı kılarak çözmeyi hedefledi.
Aslında İslam cumhuriyeti, uzun süredir ekonomik sıkıntılarla boğuşmaktadır. Bu sıkıntıları da farklı farklı yöntemlerle ertelemeyi başardı. 1990’lı yıllarda Rafsanjani’nin neoliberal uygulamalarıyla sadece petrol gelirine bağlı bir yapıdan uzaklaşmayı hedefledi (aslında İslam cumhuriyetinin hedefi 1979 devriminin kazanımı olan devletçi ekonomik politikadan uzaklaşmaktı). Bu uygulamalar İran ekonomisinde görece bir büyüme ortaya çıkardı ama halkı yoksullaştırmanın temellerini de attı. Rafsancani’nin sert neoliberal politikalarına karşı ülke genelinde ortaya çıkan protestoları ve hoşnutsuzlukları iyice yatıştırmak için reformistler devreye girdi. Muhammed Hatemi liderliğinde İslam cumhuriyetinin bu kanadı rejim çerçevesi dâhilinde reformlarla İran'ı medine-yi fazılaya doğru taşımanın mümkün olduğu vaadi verdi. Reformistler siyasal gelişimin ekonomik gelişimi getireceğini vurgulayarak sekiz yıl boyunca halkı müdaraya (her şeyi kabullenip ve ses çıkarmamaya) davet etti. Sekiz yıllık reform hükûmetinin sonunda gelinen nokta halkın ekonomik taleplerinin yükselmesiydi. Böylece Ahmedinejad, Hatemi’nin liberal siyasal tezlerine karşı popülist ekonomik adalet temelli söylemlerle sahne aldı. Gerçi kendisi İran’daki neoliberal politikaların en acımasız yürütücüsü oldu [vi] ve giderek politikaları etkisini göstermeye başladı. Bu dönemde halkın yaşadığı büyük ekonomik sıkıntılar ve İran'ın yüksek tansiyonlu uluslararası siyaseti toplumsal bir hoşnutsuzluğu ortaya çıkardı. Bu sorunun üzerine rejim başına başka bir bela daha açtı ve 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmedinejad’ı reformistlere karşı korumak için seçimlere hile karıştırdı. Seçim sonuçlarına karşı büyük bir halk isyanı başladı ve rejim büyük meşruiyet sorunu yaşadı. Dini istibdat bu buhranları aşmak için gergin ortamı yatıştırabilecek daha itidal yanlısı bir seçenek sunmalıydı. Böylece Ruhani son çözüm olarak ortaya çıktı.
Ayrıntılı anlatmak gerekirse İslam cumhuriyeti 2009 isyanından[vii] sonra üç büyük soruna çözüm aramaktaydı [viii]. Bu sorunların birinci, 2009 cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası ortaya çıkan halk isyanı ile (hem halk nezdinde hem de uluslararası arenada) aldığı meşruiyet yarasıydı. İkincisi, içinde bulunduğu ve halkın yaşamını zorlaştırılan ekonomik sıkıntılardı. Üçüncüsü ise Batı ile yaşadığı nükleer krizi gibi içinde bulunduğu uluslararası siyasi buhranlardı. Aslında İslam cumhuriyeti ilk iki sorunun çözümünü ama özellikle ikinci sorunun çözümünü nükleer krizinin çözümüne bağlamıştı. Yani nükleer krizi ve onun oluşturduğu uluslararası politik ve ekonomik çıkmazları çözerek iç krizleri özellikle boğuştuğu ekonomik krizleri çözebileceğini düşünmekteydi.
Ruhani seçilince halk büyük kentlerde seçim sonuçlarını kutladı ve ilginç bir slogan attı: “teşekkürler diktatör”. İslam cumhuriyeti 2009 seçimleri ile ortaya çıkan meşruiyet krizini büyük ölçüde aşmış oldu. Rejimin seçim sonrası aldığı uluslararası tebrikler ve ulusal memnuniyet bunun bir göstergesiydi [ix]. Fakat Ruhani ekonomik sıkıntılara nasıl bir çözüm bulacaktı?
Ruhani hükûmeti ekonomik sıkıntıların aşılmasındaki tek engeli nükleer krizin çözülmesi olarak ortaya attı. Nükleer anlaşma Ruhani hükûmetinin çabalarıyla gerçekleşti. Bu hükûmete göre anlaşma İran'ın kapalı ticaret yollarını tekrar açacak ve petrol ihracatını normalleştirecekti. Anlaşma sayesinde İslam cumhuriyeti eskimiş ve yıpranmış petrol çıkarma tesislerini yenileme olanağına sahip olacaktı veya bu amaçla büyük uluslararası şirketlerle anlaşacaktı. Nihayetinde duran endüstrisi tekrar dönmeye başlayacaktı. Bu anlaşma sayesinde dini istibdat bir yandan da 2009 seçimlerinden hoşnutsuz kalan ve seçim sonrası patlak veren isyanda önemli rol oynayan orta sınıfı 2013 seçimlerindeki yaptığı tercihten dolayı gururlandıracak, kaybettiği meşruiyetini hem burjuvazi ve hem orta sınıf nezdinde tamamen sağlayacaktı. Bu ufukla hareket eden iktidar ile ideolojik bağ kurduğu sınıflar hep birlikte büyük kentlerde bu anlaşmanın kutlamasını yaptı [x].
İstibdat rejiminin son seçimlerden de beklentisi çok netti; nükleer anlaşmayla birlikte Batı’da İran’a karşı oluşan yumuşak yaklaşımı korumak, dış siyasetin çok değişmeyeceği sinyalini vermek ve iç politikada var olan istikrarın sürmesini sağlamaktı. Böylece rejim dış sermayeye güven vermek ve halka her şeyin iyiye gideceği yönünde umut aşılamak amacıyla yola çıkmıştı.
Bunlara karşın son yıllarda halkın geçim sıkıntıları daha da derinleşti. Ekonomik durgunluk devam etti, büyük veya küçük sanayinin çöküşü sürdü, işsizlik giderek arttı ve yoksulluk daha da yaygınlaştı. Öyle ki birçok şehirde seyyar satıcılık on binlerce insanın tek gelir kaynağı oldu. Büyük kentlerde sokakta uyuyan insan sayısı giderek arttı. Bebek satışı yoksullar arasında en sıradan mevzulardan biri haline geldi. Yoksulların kaderi, bir parkta veya bir sokakta kartonlar üzerinde yatmak veya uyuşturucu ile mücadele adı altında idam iplerine emanet edilmek oldu. Böyle olunca bu sıkıntıların bir yerde patlak vereceği çok belliydi.
Dış etkenler İran’ın ekonomik sıkıntılarının ortaya çıkmasında rol oynasa da önemli etken İslam cumhuriyetinin çürümüş yapısıdır. Bu yapı içinde gerçekleşen yolsuzluklar, hırsızlıklar ve kolay yollardan büyük kâr etme çabaları bir hastalık gibi İran ekonomisini felç etmiş durumda. Bu sorunlar çözülmeden de herhangi bir ilacın etkili olmayacağı ve sadece kısa süreliğine sıkıntıları erteleyeceği gayet açık ve malumdu, nitekim de öyle oldu. Halk, bu hastalığın geçmesini çok bekledi, geçmeyince de sonunda isyan etti.
2009 isyanı ile farkı
2009 isyanı Tahran’da başladı ve daha sonra “çevre illere” taşındı. Büyük kentler isyana daha aktif katıldı ve başta eylemler (özellikle Tahran’da) büyük kitlelerin meydanlara akmasıyla başladı. İstekleri politikti ama genellikle belli sınıfın özgürlük ve demokratik hak isteklerinin çerçevesini aşmadı. Son günlerine kadar çok radikal da değildi. Talepler reformist kanadın çizdiği çerçeveyi ancak aylar sonra aşabildi. Genel olarak bir orta sınıf hareketi karakterini taşımaktaydı. Bu yüzden kısır kaldı ve geniş kitleleri içine alamadı [xi].
2009 isyanının aksine bu sefer küçük kentler ve yoksul bölgeler isyanın başını çekmektedir. Her ne kadar ilk itirazlar (ülkenin ikinci büyük kenti) Meşhed’de ortaya çıkmış olsa da itirazların genel dağılımı küçük kentlerin daha aktif olduğunu göstermektedir. Eylemler büyük katılımlarla başlamadı ve ancak üçüncü gününde zayıf bir şekilde büyük kentlere sıçradı ve ancak beşinci gününde bu kentlerde büyük eylemler ortaya çıktı. İtirazların başını yoksullar çekmektedir. İstekleri başta ekonomik olsa da hızla politikleşmiş ve kısa süre içinde 2009 isyanından çok daha radikalleşmiştir. Talepleri toplumun geniş kesimlerine hitap etmektedir. Öyle ki iş ve ekmekten toplumsal özgürlüğe kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Geçen yılın seçimlerine kadar sanki İran toplumunun en büyük sorunuymuş görünen Musevi ve Kerrubi’nin ev hapsi ile ilgili bir tane bile slogan atılmamıştır. Aksine rejimin bütünlüğü hedef alınmaktadır. Kitlelerin sloganlarında reformistler ve aşırı muhafazakârlar arasında ayrım yapılmamaktadır. Bu yüzden giderek büyüyen bir dalgaya dönüşmektedir.
Bölgesel dengeler açısından yoksulların isyanının meşruiyeti
Yoksulların isyanı İslam cumhuriyetini derinden sarsmış vaziyettedir. Fakat bu devletin Ortadoğu’daki konumu ve oynadığı rolü göz önünde bulundurursak bu sarsıntının etkilerinin sadece İran coğrafyasına sınırlı kalmayacağını görmek çok zor değildir. Hiçbir Ortadoğu ülkesinde bu kadar geniş bir hareketliliğin ortaya çıkışı salt ulusal bir mesele değildir hele bu ülke İran ise hiç değildir. Bu yüzden bu isyanı bölgesel dengeler, hatta daha geniş bir şekilde uluslararası çatışmalar açısından değerlendirmek çok doğal bir süreçtir. Dolayısıyla İran’da giderek kitleselleşen hareket, Suudi Arabistan ve işgalci Siyonist İsrail’e karşı İslam cumhuriyetinin müttefikleri ile bu ittifakın bölgede ilerici bir role sahip olduğunu düşünen çevreleri kaygılandıracaktır. Nitekim hemen ilk günden itibaren Türkiye’deki sosyalist sol hareketin içinde bu kaygıların varlığına şahit olduk. Bu kaygıların derinliği sosyalist solun büyük bir kesimindeki sessizlikten veya tereddüt dolu değerlendirmelerinden hissedebildik. Bir kesim ise hemen ilk günden safını belli etti ve İslam cumhuriyetinin yanında yer almayı tercih etti.
Bu kaygılar, bir yere kadar anlaşılır zemine sahip olabilir. ABD emperyalizmi ve onun bölgesel müttefikleri uzun zamandır İslam cumhuriyetini hedef almıştır ve onu yıkmak için her yolu deneyebilecek potansiyele de sahiptir. Bu yüzden İran’da rejime karşı bir isyanın ortaya çıkışında (2009 halk isyanı gibi) hemen kaynağı hakkında soru işaretleri oluşabilir. Hele faşist Trump ve Siyonist Netanyahu’nun Orta Doğu’daki gidişattan çok memnun olmadığını hesaba katarsak kuşkucu yaklaşmanın ayıp olmadığı da anlaşılabilir. Fakat bir toplumsal hareketin kaynağını iç çelişkilerden tamamen arındırmak ve sadece bölgesel dinamikler çerçeveden değerlendirmek sorun yaratmaktadır. Bu bakış açısını Suriye rejimi ve Hizbullah gibi yapıların yaklaşımı olabilir ama Marksist bir örgütün yaklaşımı olmamalıdır. Marksistler yaşanan süreci salt uluslararası ilişkiler bağlamında bir antiemperyalizm çerçevesi dışında ulusal zeminde toplumsal çelişkilerin yaratacağı mücadele alanı, bu mücadeleyi sürdüren unsurların sınıfsal konumu ve mücadelenin yaratabileceği fırsatlar ve sonuçları perspektifinden değerlendirmelidir.
İran’daki itirazlar yoksulların en temel yaşam hakkı talebinden ortaya çıkmıştır ama 38 yıllık bir gerici istibdada karşı bir isyana dönüşmüştür. Yıllardır işçi, kadın, farklı ulus, doğa ve temel hak ve hukuk düşmanı bu yapı, ezmek ve katliam dışında başka bir eser ortaya koymamıştır. Her yönü ile gerici köktenci İslamcı bir hareket, bir halk devrimin kazanımlarını gasp ederek bu düzenin temellerini atmış, devrimcilerin kanını dökerek istibdadını yükseltmiş, toplumu ve doğayı sömürerek de ayakta kalmıştır.
Kendiliğinden ortaya çıkan bir hareketin yenilgiye uğrama olasılığının yüksekliği geçmişteki deneyimlerden bilinmektedir. Böyle bir hareketin elde edeceği kazanımların gerici güçler tarafından gasp edilmesi de zor değildir. Bunlara rağmen İslam cumhuriyeti gibi gerici bir yapının kitlelerin isyanıyla devrilmesi sadece İran’daki halkların ve kitlelerin özgürlüğünü sağlamaz, Ortadoğu’daki diğer gerici yapıların devrilmesine de zemin hazırlar. Bölgede emperyalizme ve Siyonizme karşı gerçek mücadelenin yolunu açar.
Son söz
Bu eylemlerin nasıl bir sonuç elde edebileceğini öngörmek kolay değildir. Kendiliğinden oluşan bir kitlesel hareket ve ona öncülük edecek düzen dışı güçlü bir yapı da henüz mevcut değildir. Uzun süren kitlesel hareketler kendi çeşitli örgütlenmelerini ortaya koyabilir. Bu örgütlenmeler doğru kanalize olursa önemli başarılar da elde edebilir. Bu varsayımlarla birlikte İslam cumhuriyetinin halk isyanlarını bastırmaktaki deneyimlerini de unutmamak lazım. İslam cumhuriyeti bu itirazları bastırmak için tüm imkânlarını seferber edecektir ve isyancıların kanını dökmekte herhangi bir tereddüt yaşamayacaktır. Nitekim ilk beş altı gün içinde ondan fazla insanın ölüm haberi resmi kaynaklarca teyit edildi.
Bu hareket, sonuçlarından bağımsız olarak, ilk önce baskı ve korku ortamını yenebilme özgüvenini kitlelere aşılayacaktır. Pehlevi istibdadı gibi emperyalizmin kalesi olan bir yapıyı yıkma deneyimini kitlelere tekrar hatırlatacak ve yenilirse bile yeni mücadelelerin zeminini oluşturacaktır. Burada en önemli görev ise İranlı kitlelerin ilerici güçlerine düşmektedir. Bu öfkenin sesini duyan bu güçler İslam cumhuriyetine karşı kitleleri örgütlemeli ve kitlenin yıkıcı gücünü ulusal zeminde gerici baskıcı ayrılıkçı kapitalist düzeni yıkmaya ve bölgesel zeminde dayanışma, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine dayanarak özgür ve devrimci Ortadoğu’nun temellerini atmaya yönlendirmelidir.
[i] Bu türbeyi idare eden yapı ise Hamenei’ye yakınlığı ile bilinen İran’ın en zengin müessesesi Astan-i Gods-i Rezevidir. Büyük toprak sahibi, banker, fabrika sahibi ve aklınızdan geçen türlü türlü ekonomik faaliyette bulunan bu müessese sekizinci imamı ziyaret eden Şiiler sayesinde zenginleşirken Meşhed halkını da mülksüzleştiriyor.
[ii] Bu eylemin bankalardan taleplerini alamayan insanların itirazları doğrultusunda patlak verdiği öne sürülmektedir ve çağrısı İslam cumhuriyetinin aşırı muhafazakâr kesimi tarafından yapılmıştır. Benzeri itirazlar uzun süredir çoğu yerde yapılmaktaydı ama aynı sebeple toplanan insanlarla birlikte olsa da sloganlar doğrudan pahalılığı hedef almaktaydı.
[iii] Lorlar İran’ın Merkez ve Güneybatısında yaşayan Farsça’nın bir diyalektini konuşan etnik gruptur.
[iv] İran'in Güneybatısında yer alan İze kentinde ortaya çıkan çatışmalarda halk devlet binalarını bir süreliğine kontrolü altına aldı. Gayri resmi kaynaklara göre iki taraftan da ölenlerin ve yaralıların olduğu yönde ama devletin resmi yayın organları veya bölge yetkilileri ölü sayısını iki ve bazen dört kişi ilan etti (bkz. https://www.radiozamaneh.com/374611).
[v] Daha yeni yılın başlarında burjuvaziyi savunmayı geliştirme adına işçi eylemleri tehdidine karşı güvenlik güçleri tatbikat gerçekleştirdi.
[vi] http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/iranda-sozde-doviz-krizi.
[vii] 2009 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin açıklanan resmi sonuçlarına göre Ahmedinejad ezici bir farkla Musevi’yi yenip seçimleri kazanmıştı. Halk bu sonuçlara hile karıştığını iddia ederek sokağa çıktı ve alt ay süren bir halk isyanı başladı. İslam cumhuriyeti devrimin ilk yıllarından sonra ilk kez büyük bir sarsıntı ile karşılaştı fakat bu isyanı bastırmayı başardı.
[viii] http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/iranda-cumhurbaskanligi-secimleri.
[ix] http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/iranda-cumhurbaskanligi-secimleri.
[x] http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/buhrandan-kacis-iranin-nukleer-anlasmasi.
[xi] 2009 isyanında önemli rol oynayan orta sınıf mensupları veya kendilerini kültürel olarak orta sınıfa mensup görenler, etnik grupları ve işçi sınıfını aktif olarak isyana katılmadıkları için kınadı.
Bu yazı ilk olarak Gerçek gazetesinde yayınlanmıştır.
Comments
Post a Comment